aşağıdaki anıyı aydın boysan'ın "şerefe" adlı kitabında okudum... şu yaz sıcaklarında böyle mi yapsam acaba diye düşünmeden edemedim.
yer, diyarbakır eski sur duvarlarının önü. aylardan temmuz... öğle vakti. uzun yıllar önce.
dostum mühendis "amca" mithat (ilkray) diyarbakır'da öğle zamanı, görev gezileri ve teftişleri yapmakta; cipe binmiş dolaşıyor. bir de bakıyor ki diyarbakır'ın yaz ortası gündüz sıcaklarında, sur duvarlarının önünde iki kişi oturmuş rakı içiyor.
arkadaşım da, rakıya yakın bir kişi. bir oturuşta bir büyük şişe rakı bitirip, sonra da 6-7 şişe birayla serinleyen adam... kendisi de 140 kilo geliyor.
yere hasır serip, güneşin altında oturmuş iki kişiye yaklaşan mithat görüyor ki, adamların yer sofrasında meze olarak bir tepsi acı pul biber var, zehir gibi... ayıklanmış bir tepsi diş sarımsak, birkaç şişe de rakı. hepsi bu. adamlar önce yarım avuç pul biberi ağızlarına atıyor, gözlerinden yaşlar geliyor, sonra ağza yarım avuç diş sarımsak alıp, onu da kısa süre çiğniyorlar. sonra da rakı şişesine uzanıp başlarına dikerek, gani yudum alıyorlar.
konu içmek ve mithat da üstat ya! çok ilgileniyor ve diyor ki:
"içiş biçimini beğendim... ama bre kafasızlar! bari şu rakı şişelerini gölgeye koyun!..."
adamlar gayet sakin:
"sen ne dirsen begim! o biberle sarmısağı çiğnedikten sonra o rakı, insana buz gibi gelir..."