dün naz'ı konservatuvara derse götürdüğümüzde kantinde otururken burcu'ya söyledim. kendimizi dünyevi ihtiyaçlarımızı karşılamaya o kadar kaptırmışız ki ruhlarımızı beslemeyi unutuyoruz hep. bunun sonucu olarak kişisel tatminsizlikler, mutsuzluklar baş gösteriyor. ve bu virüsü çevremizdekilere de bulaştırıyoruz bedenimizi oradan oraya sürükleyip dururken. yoksa adalet ağaoğlu'ndan mülhem, ruh üşümesi'ne bağlı tribal bir enfeksiyon mu demek gerekir bu duruma?
güzel sanatlardan nasiplenememek; bir hobimizin olmayışının eksikliğiyle yorgun düşüyor ruhlarımız. kitap okuyarak, buraya ve sözlüğe yazarak açığı kapatmaya çabalamaktan öteye geçemiyorum; ama bu bile şifa oldu diyebilirim.
yazmanın şehveti güzelmiş.