cuma gecesi bizim için ilklerin gecesiydi ve unutulmazdı.
ilk kez istanbul film festivali'nde bir filme gidiyorduk. gündem emek sineması'nın yıkılmasına ilişkin tartışmalar etrafında dönerken; biz bırakın emek'i atlas'a daha yeni adım atıyorduk. alışveriş merkezi sinemalarının o rafine havasından uzak, çocukluğumun sinemaları gibiydi.
ankara film festivali'ni takip etmiş olsam da oradakinden farklı olarak öncesinde oyuncuların tanıtımı ve filmin ardından gelen soru-cevap kısmı hoş ayrıntılardı.
orada bulunmamıza neden olan "şeylerin boktanlığı" (de helaasheid der dingen - the misfortunates) ise tek kelimeyle şahane bir filmdi.
"tutunamayanların ve tutunmak isteyenlerin hayata savurduğu bir küfür" dedim izledikten sonra. yaklaşık iki saat boyunca duygularımın böylesine dalgalandıran bir film hatırlamıyorum. bisiklet, tren ve biranın filmi de denilebilir. roy orbison'a güzel bir selam gönderilmiş...
sonrasında oyuncularla gittiğimiz mekanda, gülin'in bize ve oyunculara yaşattığı sürpriz ise altın lale değerindeydi.