“neden bizim evde anne köfteleri hep ben dışarıda yemek yediğim akşamlar kızartılır?” diyerek “ariza” yazmış ve şimdiye kadar yemediğim tüm kızarmış anne köftesi haklarım saklı kalacak şekilde yasal yollara başvurmadan önce ne yapmam gerekir diye sormuştum aile meclisine.
özellikle “bize gel sana anne köftesi kızartırız” dememelerini söylemiştim; çünkü brokolimi, kara lahana çorbamı, ıspanaklı kekimi de yemek istiyordum kızarmış anne köftemi de...
köfte yağmurunda kalmak istiyordum.
yazdığım "ariza"dan sonra "arıza"ya geçeceğim görülmüş olmalı ki iki gün sofra ilk köfteler yağdı tabağıma.
etkili olmuştu. bir yanılsama olup olmadığını zaman gösterecekti.
ve sonrası:
veletler her gün okuldan gelir gelmez karınlarını doyururken o gün bir istisna olmuştu. hep beraber oturacaktık sofraya.
"çocuklara köfte kızartacağım bize de menemen yapacağım; ama istersen sana da kızartabilirim" dedi burcu allah için.
"yok" dedim yutkunarak "ben seninle beraber menemen yerim ama gidip taze ekmek alayım bari" diyerek çıktım evden.
geldiğimde masada gördüğüm natürmort şöyleydi:
çocukların tabakları köfteyle doluyken, benim tabağıma bir adet numunelik bırakılmıştı.
ortada küçük emrah’a bağlanabilecek bir durum vardı.
hırsımı taze ekmek-menemen ikilisinden çıkaracakken olağanüstü bir gelişme oldu ve masa da çecil peynirini gören eda köfteyi unuttu.
biliyordum artık o köfteler bana yar olacaktı. dışım "ye şu köftelerini eda!" diye gürlerken, içim "peynire dayan kızım köfteler bana kalsın" diye fısıldıyordu.
görüntüyü kurtarmak için şuursuzca taze ekmekle menemen götürürken, köfteler için de yer bırakmam gerektiğininin bilinciyle hareket etmeye çalışıyordum.
ama bunun nafile bir çaba olduğunu çok geçmeden anlamıştım. tokluk hissi artıkça her lokmada biraz daha uzaklaşıyordum tabaktaki köftelerden.
neyin gerçek neyin yanılsama olduğunu artık bilmiyordum.
"seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" diyerek kalktım sofradan.