hikayeyi livaneli'nin "serenad" romanında okudum.
mardin’li ilyas-ı habır, roma’ya bir restoranda çalışan akrabalarını ziyarete gider. akrabaları her gün çalışmaya gittiğinden o da sokağa çıkar, roma’da bilmediği yerleri dolaşıp dururmuş. bir gün yolu park gibi nefis bir yere düşer. çiçekler, ağaçlar, göller arasında gezerken gözüne bir takım mezarlar çarpar.
mezarlar mermer heykellerle, binbir renkli çiçeklerle süslüymüş; ama mermerlerin üzerindeki yazıları görünce çok şaşırmış; dili bilmese de mezar taşlarının üzerinde gördüğü rakamların yaşadıkları günleri gösterdiğini anlamış. mezarların boyları bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş. bu işe hayret etmiş, bir anlam verememiş, italyancası olmadığı için parkın bekçisine de soramamış.
evde akrabalarına anlatmış, izin gününde beraber o parka gidip bu işin sırrını çözmelerini rica etmiş.
bir tatil günü hep beraber gidip, parkta bekçiyi bulmuşlar ve mezarlarda yazılı günlerin sırrını sormuşlar. bekçi, “burası özel bir mezarlıktır. buraya gömülen insanlar mezar taşlarının üstüne gerçek yaşlarını değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52’yi geçen çıkmadı daha.” demiş.
ilyas bir süre sonra mardin’e dönmüş. uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün hastalanmış. ölüm döşeğinde oğullarını başına toplamış ve demiş ki:
“size bir vasiyetim var. mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız: ilyas-ı habır bitti/anasından doğru kabre gitti.”