bir solukta ve ‘niye bu kadar geç’ diye hayıflanarak okudum “kürk mantolu madonna” yı.
aşkın ve kaybedişin şahane hikayesini.
sözlükten gördüğüm ve beğendiğim bir tanımlamayla “romanların şiiri”ni.
bir anının yerine başka bir anı gelmiyormuş ve "bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşanabiliyormuş". "başka bir şey konuşmadan, düşünüp kararlaştırmaya niyet ettiğin şeylere, küçük bir kelimeyle bile dokunmadan" olabiliyormuş.
raif bey ile maria puder’in aşkını okuduktan sonra cevap buluyorsunuz edip cansever’in sorduğu soruya.
bu gemi ne zamandır burada
çoktan boşaltmış yükünü
gece de olmuş, rıhtım da bomboş
mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
arkada, güvertede
ah, neresinden baksam sessizlik gene.
yürürüm usuldan,
girerim bir meyhaneye
içerde üç beş kişi
yalnızlık üç beş kişi
bir kadeh rakı söylerim kendime
bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-denizin değil hüznün üstünde.
belki yarın gidecek bir anı gelecek bir başka anının yerine.
insan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine