eda'yı çok üzdüler.
iki yıllık emeğini, bir çırpıda kaldırıp çöpe attılar.
iki haftadır her akşam, gözlerinden inci taneleri dökerken soruyor “ben boşuna mı çalıştım?” diye.
cevap ver(e)miyoruz.
bilmiyor muyuz suçluyu? biliyoruz elbette, parmağımızla gösterip işte bu deriz; ama derdimiz o değil ki.
onun küçücük yüreğine kin tohumu ekmek değil meselemiz.
dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz, hayatta bunlar da var, sen sevmeye devam et insanları diye.
ama o ağlıyor, biz ağlıyoruz işte.
bu sabah kahvaltı yaparken duyduk berkin'in direnemediğini radyodan.
onun alamadığı ekmeğin lokmaları dizildi boğazıma.
ekmek almaya gitmişti, o tuttu güneşi getirdi.
iki haftadır eda’ya yapılan haksızlık için döktüğümüz yaşlara utandım sonra. bunlar unutulur gider nasıl olsa, evlatlarım hayatta ya...
berkin’in anasına babasına bunu yaşatanlar huzur bulmasın diye söylendim.
aynı acıyı onlar da yaşasın demeye dilim varmadı.
sonra işe gitmek için evden çıktım ama ben mi işe gittim yoksa iş mi bana geldi bilemedim.
oturdum masama açtım bilgisayarı.
ali ismail'in babasının, oğlunun resmine dokunurken yüreğindeki yangını gördüğüm o fotoğrafa bakamazken hala, berkin’in annesinin fotoğrafı düştü önüme.
odanın kapısını kapatıp bu sefer tek başıma usul usul bir daha ağladım.