vivaldi’nin dört mevsim konçertosu’nun yaz (l’estate) bölümü yaklaşan bir fırtınanın uğultusunu vermeye çalışır; ilkbahar (la primavera) tempolu ve coşkuludur; kış (l'inverno) ısıran, donduran zamanları anlatırken; sonbahar (l'autunno) sessiz bir dinlenme döneminin muhasebesi gibidir.
gün zileli’nin mevsimler romanı açılışını yaz mevsimiyle yapıyor. yaklaşan bir fırtınaya kapılacak gençleri haber vermek istercesine.
memleketimizde dahi şahsi teşebbüs düşmanlığı almış başını gitmektedir! komünizm tehlikesi büyüktür!
tek parti iktidarını devirenleri “yıkıldılar yıkıldılar... allahım bana bu günleri de gösterdi” diye sevinenin; o iktidarın arkasından “kalksanıza ayol... ne yatıyorsunuz? ihtilal oldu. allahımmmm... bana bu günü de gösterdi” diye sevinenin aynı insanlar olduğu bir ülkenin yaşadığı tehlikeden bahsediyoruz sonuçta.
sonraki bölümleri de vivaldi’nin eserindeki benzer duygularla okuyup gidiyorsunuz. aslında anlatılan darbeler, ihtilaller etrafında akıp giden uzun bir türk solu tarihi aynı zamanda. ve onun etrafında dönüp duran aşklar, ihanetler, isyanlar, zaferler, yenilgiler, işkenceler...
bu uzun yürüyüş boyunca romanın kahramanı olan gediz, sabahattin eyüboğlu, azra erhat, ruhi su ve abdi ipekçi’yle aynı mekanda rastlaşıyor; behice boran’dan feyz alıyor; ulaş bardakçı’yı evinde konuk ediyor; mahir çayan’la yolları kesişiyor. arkadaşlarıyla devrim yolunda ilerlerken ittifaklara, devrimi küçük burjuvaziye satmalara tanıklık ediyor. bütün bunlar, gediz, birbiriyle kanlı bıçaklı iki kesimin örgütüne aynı anda üyeyken oluyor.
kaybettikleriyle yüreğine çöken ne tedirginlik, ne korku, ne sıkıntı oluyor; sadece koyu bir acı. daha sonra o acının yerini alan duyarsız bir dinginlik...
karanlığın, sıkıntının, korkunun, kaçaklığın, ihanetin, vicdan sızısının, suç ortaklığının damarlardan şiddetle aktığı, körüklediği, dizginlerinden boşandığı zamanların romanı mevsimler.
son söz: “bir ömür harab oldu ahh... ağlamak bana düşer...”