hayatın tekdüzeliğini kırmak, ilginç ve insanı sınayan hiçbir yanı kalmamış yaşamına anlam katmak isteyen 31 yaşındaki linda’nın içinden, masumları tehlikeye atıp suçluları kurtaran bir canavar çıkmasının romanı aldatmak.
iki oğlu, ona sırılsıklam aşık harika bir kocası var. kendisine yakın görünen ama zaaflarını ve zayıflıklarını asla göstermeyen bir adamla evli. değişmek istiyor çünkü hayatının mutlu ve kusursuz olmasından bıkmış. mutlu olmak hiç ilgisini çekmiyor. hislerini bastırıp, kendisini yiyip tüketmesindense aşk ve tutkuyla yaşamayı yeğleyince olaylar gelişiyor.
gelişiyor demem lafın gelişi aslında. kahramanın sürekli patinaj halini okumak bir noktadan sonra romanın hiç ilerlemediği duygusu veriyor. bu duygu bütün roman boyunca hiç peşimi bırakmadı. bir de yaşadığı şehri (cenevre) ve ülkeyi (isviçre) bir gazetecinin değil de sanki merkez ilköğretim okulu 3-a sınıfı gezi inceleme kolu başkanının ağzından tanıtır gibi anlatılmasına ayrıca hayret ettim. sonuç olarak kendisine rahat batan linda’nın tensel arayışının sonunun “osho”ya bağlanıp didaktik bir finalle bitirilmesi ile tüy dikilmiş romana. aklımda yer eden tek nokta “frankenstein”’ın mary shelley tarafından nasıl yazıldığının anlatıldığı bölüm oldu.
son söz : “başkalarının başına gelen felaketler kendi ıstırabımızı yatıştırmaya yarar.”