Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları’nda “Ekonomik Görünüm ve Para Politikası” başlıklı bir sunum yaptı.
Özellikle “yapısal reformların uygulamaya konulmasının büyüme potansiyelini artırabileceğine” ilişkin vurgusu önemliydi.
Bu çerçevede geçen hafta Project-Syndicate’de çıkan, Nobel Ödüllü NYU Stern School of Business profesörü Michael Spence’in “Zayıf Büyümenin Yeni Normalinden Kaçış” başlıklı, önemli bölümlerini aşağıya alıntıladığım yazısında şöyle diyor:
“Küresel durgunluktan çıkış beklenenden daha uzun sürerken hala büyümede bir iyileşme beklenmekte. Bu sekiz yılın sonunda, küresel ekonomi yavaş bir iyileşme gösterirken daha düşük yeni bir büyümede dengelenecek gibi görünmekte.
Bu “yeni normale” ilişkin yapılacak en kayda değer açıklama verimlilik artışının düşüyor olması. Verimlilikteki büyümenin yavaşlaması uzun vadeli ekonomik performans için iyi olmadığı gibi, ABD örneğinde olduğu gibi ekonomiyi tam istidam düzeyinde tutmaya devam ediyor. Ama dünyanın geri kalanı için toplam talep yetersizliği ve kayda değer çıktı açığı, aşırı kapasite kaynaklı nedenler ve insan dahil varlıkların etkin kullanılmaması daha önemli gözükmekte.
Şimdilik verimlilik asıl ekonomik sorun olarak dikkate alınmıyor.
Dünya ekonomisinin karşı karşıya kaldığı acil ve önemli sorunlarla mücadele sadece Merkez Bankalarının değil diğer aktörlerin de müdahalesini gerektirmekte. Şu ana kadar Parasal Otoriteler bu ağır yükü omuzlamış durumda. İlk olarak, finansal sistemin çöküşünü önlemek için müdahale ederken, sonrasında bir borç ve Avrupa’da bankacılık krizini önlemek için uğraştılar. Faiz oranlarını ve verim eğrisini baskılarken, varlık fiyatlarının yükselmesine neden oldular ve servet etkisiyle talebi artırmaya uğraştılar.
Hane halklarına zaman kazandırmak, devletin ve finans sektörünün borçları konusunda bilançolarını düzeltmeye fırsat veren parasal politikaların tek başına, hiçbir zaman ekonomiler için sürdürülebilir yüksek bir büyüme sağlaması beklenmemeli.
Ne yazık ki, hükümetler tamamlayıcı mali ve yapısal reformlar yürütmek konusunda daha mesafeli durmaktalar. Çok borçlu hükümetler için düşük faiz oranları, borç seviyelerini sürdürülebilir seviyede tutmak, borçların yeniden yapılandırmak ve bankaları yeniden sermayelendirme konusunda baskı yaratmamakta.
Merkez Bankalarının agresif uyumlaştırıcı politikalarından borçları yeniden yapılandırmadan veya talebi, büyümeyi ve yatırımları yeniden düzenlemeden vazgeçmeleri durumunda hem kendi kredibiliteleri, hem bağımsızlıkları yara alacak. Sonucu ne olursa olsun yine de bundan vazgeçmeliler; çünkü genişlemeci politikalar artık faydadan çok zarar vermeye başladı. Tasarruf sahiplerinin veya varlık sahiplerinin getirilerini baskılamak, düşük faizler daha çılgın getiri arayışlarını beraberinde getirebilir.
Bu iki şekilde olmakta. Birincisi kaldıracın artması ki, küresel çapta 2008’den bu yana özellikle de Çin’de artarak 70 trilyon dolara kadar çıkmasına neden oldu. Diğeri ise sermaye akımlarına ilişkin volatilitenin artması şeklinde.
Bu durum, muhtemelen uluslararası ticarette ve yatırımlarda düşük büyüme, eşitsizlik, güvensizlik ve merkez bankalarının bağımsızlıklarının politik sonuçlarının taşınamamasına kadar sürecek.“
Tam bu noktada yine geçen hafta Betam’ın, Türkiye’nin orta gelir tuzağına yakalanmasının en büyük nedeninin verimliliğin artırılamamasına ilişkin çalışmasından bahsetmek gerekiyor.
Kişi başı GSYH artışı, ortalama emek verimliliği, istihdam oranı ve çalışma çağındaki nüfusun oranı dikkate alındığında 2009’un son çeyreğiyle beraber kişi başına gelir artarken verimliliğin yerinde saydığı görülmekte.
Bu durumdan çıkış için ise şu önerilmekte:
“Türkiye ekonomisinin daha yüksek büyüme hızlarına ulaşması, aynı zamanda da kişi başına geliri daha hızlı arttırarak gelişmiş ülkelerle olan büyük açığı azaltabilmesi için verimlilik artışlarının güçlenmesi şarttır... Verimlilik artışlarının yolu da, başta eğitim sistemi olmak üzere, işgücü piyasasında, altyapıda, vergi sisteminde, enerji ve ürün piyasalarında, daha genel söyleyecek olursak her alanda ekonomi çarklarını çok daha etkin bir şekilde döndürecek yapısal reformlardan geçmektedir. Aksi takdirde Türkiye daha uzun yıllar Orta Gelir Grubundan çıkamayabilir.”
İyi bir hafta dileklerimle.