Çok ilginç zamanlardan geçiyor dünya ve Türkiye. Öyle ki, bazen distopyanın göbeğinde mi yaşıyoruz acaba, diye de düşünmüyor değilim. Çinlilerin, bir insana beddua okumak istediklerinde söyledikleri “ilginç zamanlarda yaşayasın” sözü aslında durumu çok güzel anlatıyor.
Ekonomik gündemin görece hafif olduğu bu haftaya, Dünya Ekonomik Forumu’nda rastladığım Project Syndicate de yayınlanan İspanya’nın Dışişleri eski bakanı Ana Palacio’nun “Yirminci yüzyıl, 2017'de sona erdi. Şu anda hangi çağa girdiğimizi kimse bilmiyor.” başlıklı yazısı üzerinden bakalım istedim.
***
“İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm, 1914 yılında Arşidük Franz Ferdinand'ın suikasti ile 1991’de Sovyetler Birliği'nin çöküşü arasındaki geçen dönemi “Kısa 20. Yüzyıl” olarak niteler. Hobsbawm’a göre, Soğuk Savaş'ın sona ermesi aynı zamanda dünya meselelerinde yeni ve farklı bir dönemin de başlangıcı.
Daha geniş bir perspektifle bakıldığında bu sınıflandırmayı tekrar düşünmek gerekiyor. Geçmişle araya bir çizgi çekmek yerine Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonraki çeyrek yüzyıl gösterdi ki, aslında yaşananlar daha öncekilerin devamı, hatta zirvesi. Ancak Donald Trump'ın ABD başkanı olarak göreve başlaması ise o çizgiyi kesin olarak çekiyor. “Uzun 20. Yüzyıl” artık sona erdi.
Tıpkı 1914 Haziran’ında olduğu gibi, önümüzdeki yıl ne olacağını kimse bilmiyor. Trump’un seçim zaferi sonrası, en popüler tahmin, dünyanın tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi ABD, Rusya, Çin ve Almanya (evet Almanya) gibi büyük oyuncuların etkileşim alanına gireceği yönünde. Her birinin kendi hakimiyetleri içerisinde yer alan, birbirlerine düşman muhtelif ufak devletlere bölünmüş, aslında bir anlamda Balkanlaştırılmış, hükmedecekleri uluslararası bir sisteme dönüş.
Trump, başkanlığı devralırken yaptığı konuşmadaki “ulusların, ilk kendi çıkarlarını gözetmesi hakkıdır” görüşüyle de desteklemekte. Trump Amerikası böyle davranacak olsa da, bugünün iç içe geçmiş dünyasında kimse zamanı tersine döndüremez. Küreselleşme şampiyonu Çin'in devlet başkanı Xi Jingping, bu sene Davos’ta yaptığı konuşmada “beğenin ya da beğenmeyin küresel ekonomi kaçamayacağınız kadar büyük bir okyanus artık” dedi.
Günümüzde tekrar yükselişe geçmiş gibi görünen güçlü adam modeli, geleceğe ilişkin bir şey söylemiyor, bilakis geçmişte kalmış bir yönetim modelinin son nefesi gibi. Yönetişim, devlet dışı aktörlerle parçalanıp, melezleşirken yapay zeka gibi gelişmekte olan yeni teknolojilerin geniş kapsamlı etkilerini daha yeni düşünmeye başlandı. Bu trendler 19. yüzyılın “güç dengesi” ve 20. yüzyılın “devletler topluluğu” modellerinden çok daha farklı uluslararası bir modelin gelmekte olduğunun habercisi.
1994'te Hobsbawm, "1980'lerin sonu 1990'ların başında, dünya tarihinde bir dönemin sona erip yeni bir dönem başladığına ihtiyatlı yaklaşmıştı. 1990'ların başından bugüne kadar geçen zaman gösterdi ki bugün, 1914'te Saraybosna'da başlayan sürecin de sonu.
Bu süreçte uluslararası liberal düzenin ağır ağır oluşmasını, I. Dünya ve II. Dünya Savaşı sonrası, Birleşmiş Milletler’in kurulmasının ardından bir kenara bırakılan Bretton Woods sistemi sonrasındaki gelişmelerden görebiliriz. II. Dünya Savaşının hemen ardından gelen Soğuk Savaş döneminde demokrasi ve serbest pazar anlayışı bir çiçek gibi açarken bu model, aynı zamanda ulusal hükümetleri ahlaki bir şemsiye ile koruyup ilerlemek için işbirliği yapabilecekleri evrensel bir yapı da oluşturdu.
Yirminci yüzyılın çoğunda bu çerçeve sadece küçük bir ülke grubu için söz konusuyken Soğuk Savaşın sona ermesiyle, herkes için geçerli oldu. İşte bu ahlaki düzen, dünyanın her yerinde tam olarak gerçekleştirilebilecek bir konuma geldiğinde, merkezini kaybetti ve kaymaya başladı. Bir dönem, daha büyük hedeflere ulaşmak için araç olarak görülen serbest pazar ve maddi refah, kendi sonunu da getirdi. 2008 finansal krizi, bu yaklaşımın yetersizliğini ortaya koyarken günümüzde sergilenecek aşamayı da belirledi.
Dünya, üzerine kurulduğu aydınlanma fikrine dayalı sistemden uzaklaşıyor. İleride bizi nelerin beklediğine gelince, üç yaklaşımın ortaya çıkmakta olduğu görülmekte.
İlki Trump’un “bugünden itibaren en önce Amerika olacak” ya da İngiltere Başbakanı Theresa May’in “dünya vatandaşı olduğunuza inanıyorsanız, hiçbir yerin vatandaşı değilsinizdir” söyleminde ifade bulan milliyetçilik. İkincisi, Avrupa Birliği liderlerinde kişilik bulmuş 20. yüzyılın yolunda devam ederken daha fazla retoriğe yaslanmak. Ve en büyük kampı oluşturan üçüncüler, dolapta saklanıp birbirinin elini tutan, cennetten kovulacaklarına kederlenen, yaklaşmakta olan kıyametten korkanlar.
Bunların hiçbiri yapıcı değil. Dünün dünyasına geri dönemeyiz veya böyle kalacağız. Yarının bize ne getireceğini ise bilmiyoruz. Denizciler ellerindeki haritalara güvenmediklerinde, ufku tarayarak yol alırlarmış. Bugün durumumuz da aynen böyle. Zaman, kuvvetli vurgularla istikamet verme ya da mevcut zorlamalarla potansiyel tehlikelere sürüklenme zamanı değil dünya yörüngesini buluncaya kadar,
Bunun yerine yönetişimde ve kamu politikasında somut ve fark edilebilir sorunlara vurgu yapan eylemlere ihtiyaç var. Bu cesur yeni dünyada yol almadan önce, ortak amaç fikrini yeniden tesis etmek ve sisin dağılmasını beklemek zorundayız.
Trump başkanlığı devralırken yaptığı konuşma, dünya tarihinde yeni bir çağa, yeni bir jeopolitik yüzyıla işaret ediyor. Hiç kimse bunun çatışma mı yoksa uyum mu ya da ilerleme mi yoksa gerileme zamanı mı olacağını bilmiyor. Ancak, yeni bir rotada daha ileri gitmeye çalışmadan önce, bir süre daha sakin sularda ilerlemek gerekiyor.”
İyi bir hafta dileklerimle.