Bu hafta ekonomik gündemin rahat olmasından istifade, küresel ekonomi ve ticaretteki gelişmeler ve trendler üzerine okuduğum yazıları paylaşacağım.
İlk yazı “Endişelere rağmen toparlanan dünya ekonomisi” başlığıyla The Economist dergisinden.
İyi okumalar ve güzel bir hafta dileklerimle.
***
Şair Shelley, "eğer kış gelirse, bahar geride mi kalır? " diye sorar. Dünya ekonomisinin son on yılına bakarak bu soruyu vereceğiniz cevap evet olur. Ama yine de mevsim yavaş yavaş bahara dönüyor gibi. Nedeni ise 2010'dan bu yana ilk kez gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerin yakaladığı büyümedeki ortak uyum.
Endişelenecek pek çok sebep var: Çin'in artan borçları; Euro’nun temelindeki kusurlar; Donald Trump'ın korumacı eğilimleri vd. Yine de bu endişelerin arasından filizlenen umutlar da yok değil. Altı aydır ekonomik aktivitede görülen artış işaretleri, ki bunu en net ihracat odaklı Asya ekonomilerinden izlemekteyiz. Ama Avrupa, Amerika, hatta Rusya ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerden de bu işaretler gelmekte.
Sinyaller, özellikle döngüsellikten etkilenen küresel imalat sanayinden güçlü gelmekte. Amerika, Euro Bölgesi ve Asya'daki İmalat Sanayi Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) fabrikaların yoğun çalıştığına işaret ediyor.
Küresel ticaretin merkezlerinden olan Tayvan ve Güney Kore oldukça hareketli. Tayvan Ulusal Kalkınma Konseyi’nin yayınladığı, ekonominin gücünü izleyen bileşik bir gösterge ekonomilerin yeşilden kırmızıya doğru gitmekte olduğunu haber veriyor. Bu ne anlama geliyor diye sorulacak olursa mavi cansız, yeşil durağan, kırmızı ise aşırı ısınmaya karşılık gelmekte.
Aynı zamanda ticaretin yanı sıra dünyadaki yarı iletkenlere olan talebi de yansıtmakta. Tayvan'ın Şubat ayı ihracatı, 2016 ile karşılaştırıldığında %28 artış gösterirken bölgeden diğer yerlere olan ihracat da aynı şekilde artmış vaziyette. Örneğin Güney Kore'nin Şubat ayında ihracatı bir önceki yıla göre %20 artarken, Çin’in Yuan cinsinden ihracatı 2017 yılının ilk iki ayında 2016 yılına göre %11 artmış durumda.
Bu canlılık, aslında bazı şeylerin 12 ay önce ne kadar kötü gittiğinin de bir göstergesi. 10 Mart'ta LG Electronics yeni G6 akıllı telefonunu piyasaya sundu. En büyük rakibi Samsung, bu ayın sonuna kadar Galaxy S8 telefonunu tanıtacak ve bu yıl yeni bir iPhone çıkacak. Fakat umut belirtileri bu spesifik örneklerden daha derinlerde. Makine ve teçhizatla ilgili yatırım harcamaları artmakta. JP Morgan tarafından yapılan sermaye malları sevkiyatına dayalı ölçüm, 2016 yılının son çeyreğinde dünya çapında ekipman harcamalarının yıllık bazda %5,25 oranında büyüdüğünü söylüyor.
İmalat sanayinin dışında da iyi haberler var. ABD’de tarım dışı istihdam, Şubat’ta son ortalamanın çok üzerinde 235.000 kişi arttı. Avrupa Komisyonu'nun hizmet sektörü, imalat sanayi, inşaat ve tüketici anketlerine dayanan ekonomik duyarlılık endeksi, 2011'den beri en yüksek seviyede. Japonya Merkez Bankası, güçlü son çeyrek verisi sonrası büyüme tahminini %1'den %1,4'e revize etti. Bu iyimserlik şu iki soruyu sormayı zorunlu kılıyor: Toparlanmanın arkasında ne var ve sürecek mi?
Canlanmanın izlerini geçtiğimiz yılın ilk aylarında aramak gerekiyor. 2015 yılının sonunda hisse senedi piyasalarının en büyük endişe kaynağı Çin ekonomisine ilişkindi. Fabrika çıkış fiyatları düşerken, Çin'in para biriminin sert bir şekilde devalüasyona uğrayacağına yönelik korkular hakimdi. Daha ucuz Yuan, Çin'in aşırı kapasite çalışan ekonomisini daha fazla ihracata teşvik edebilirdi.
Böylesi bir durum, üretim deflasyonunu dünyanın geri kalanına ihraç ederek rakiplerin fiyatlarını değiştirmeye veya düşürmeye zorlayarak değer kayıplarına neden olabilirdi. Çin ekonomisine ilişkin zayıflama beklentisi, ham madde fiyatlarını 2009'dan bu yana en düşük seviyesine çekti. Petrol fiyatları varil başına 30 ABD dolarının altına kadar geriledi. Zaten resesyon içinde olan Brezilya ve Rusya'nın durumu daha da kötüleşti. Bu, Amerika'nın kaya gazı üretimine yapılan yatırımların azaltılmasına yönelik baskıyı da beraberinde getirdi.
Hızlı sermaye çıkışına karşılık ve Yuan'ı istikrara kavuşturmak için Çin Merkez Bankası, döviz rezervlerinden 300 milyar dolarını Kasım 2015 ile Ocak 2016 yılları arasında sattı. Yurtdışına çıkan sermayeyi durdurmak için sıkı tedbirler aldı. Bankalar ise daha hızlı kredi büyümesi ile ekonomiyi canlandırdı. Sermaye kaçışın önüne geçilmesiyle birlikte, para gayrimenkule akarken ev fiyatları önce büyük şehirlerde sonrasında diğer yerlerde yükseldi. Motor hacmi küçük arabalar üzerindeki vergileri yarı yarıya azaltıldı.
Sonrasında ise ham madde stokları azalmaya başladı. Örneğin demir cevheri fiyatları geçen yılın Mart ayında sadece bir günde %19 oranında arttı. Çin’in kömür üretimindeki aksamalar, küresel fiyatlarda bir canlanmaya neden oldu. Çelik fiyatları, birkaç yüksek maliyetli fabrikanın kapatılması ve inşaat harcamalarının daha da artması sonrası sert bir yükseliş gösterdi ve son olarak petrolün varil fiyatı tekrar 50 doların üstüne çıktı.
Yıl sonuna kadar Çin'de ve Asya genelinde üretici fiyat enflasyonunun tekrar pozitife çıkması beklenmekte. Reel GSYH'dan daha hızlı yavaşlayan Çin'in nominal GSYH'sı tekrar hızlandı.
Küresel deflasyona engel olmak için çeşitli önlemler alan merkez bankaları ise rahatlamış durumda. Avrupa Merkez Bankası (ECB) başkanı Mario Draghi, 9 Mart'ta, deflasyon riskinin "büyük oranda kaybolduğunu" söyledi örneğin.
Bunu söylerken, enflasyondaki artışın ekonominin hareketlendiğine işaret etmesine ilişkin inancı var elbette. Küresel düzeyde, üretici fiyatları enflasyonunun artması kârları artırırken, üretim maliyetlerinin de büyük ölçüde sabit kaldığını söylemekte. Böylece artan kârlar sadece şirketlerin borç yükünü hafifletmekle kalmayıp aynı zamanda sermaye malı harcamalarına da talep yaratıyor.
Çin ile ilgili endişeler ve deflasyonun ortadan kalkmasıyla, gelecekteki gelirlerden harcama konusunda bir inanç da başlamış oldu böylece. Üretici fiyatlarında ve kârlardaki canlanma, dünya çapında yatırımların da önünü açtı. 2016 yılının son çeyreğinde, resmi GSYH rakamlarına göre, Japonya'daki iş harcamaları yıllık olarak %8 oranında arttı. Teknoloji danışmanlığı yapan Gartner, Aralık ayında tüketicilerin ve şirketlerin IT harcamalarını 2016 yılındaki %0,5 düzeyinden 2017 yılında %2,7 oranına çıktığını tahmin etmekte. Harcamalardaki en büyük sıçramanın ise Asya-Pasifik bölgesinde olduğu tahmin edilmekte.
Amerika'da ise hem tüketim malları hem de sermaye malları ithalatı yükseliyor. Kasım ayında Trump'un seçilmesinin ardından vergi düzenlemeleri ve Amerika'da kurulu şirketlerin yurtdışında tuttuğu yaklaşık 1 milyar dolarlık sermayenin tekrar ülkeye geri getirilmesi konusunda yapılan “telkinlerin” yatırımlarda büyük bir artışa neden olacağı görülmekte.
Ancak Barclays Capital, "henüz kimsenin sermaye harcamalarına başlamadığını” ve bundan faydalanacak şirketlerin harekete geçmediğini söylüyor. Örneğin buldozer ve ekskavatör üreticisi Caterpillar, vergi reformu ve altyapı harcamalarının şirket için iyi olmasına rağmen, bundan 2018 yılına kadar bir fayda beklemediğini söylüyor. JP Morgan Chase de küresel sermaye harcamalarındaki toparlanmanın küresel kârlardaki toparlanmayla paralel gideceğini düşünüyor.
Görüldüğü gibi iyileşme belirtileri cesaret verici; peki ya güvenilir mi? Küresel ekonomiye ilişkin son birkaç iyimserlik ortadan kalkmış vaziyette. 2010 yılında, derin durgunluktan çıkarak toparlanmaya başlayan dünya, Euro Bölgesindeki borç kriziyle sarsıldı. Avrupa 2013 yılının ortalarında bu durgunluk döneminden çıkmaya başlamışken bu sefer de Fed, tahvil alım programına son vereceğini duyurdu. Bunun etkileri, yani Amerika’nın daha sıkı para politikasına geçecek olması gelişmekte olan piyasalara olan kredi arzını vurdu. Buna bir de 2014'te 100 doların üzerinde olan petrol fiyatlarının birkaç ay gibi kısa bir sürede yarı fiyatına kadar gerilemesi eşlik etti. 2011 yılında zirveye ulaştıktan sonra burada bir plato yapan ham madde fiyatları da düşmeye başlayınca, bu durum Brezilya ve Rusya gibi büyük emtia ihracatçılarını durgunluğa sürüklemeye yetti.
Ve 2015 yılının sonuna geldiğimizde Fed, gösterge faiz oranını, on yıl sonra ilk kez 25 baz puan artırdı. Kısa sürede daha fazla artış yapması beklenmesine rağmen önce Çin sonra Brexit ile ilgili sıkıntılar bunun bir yıl daha ötelenmesine neden oldu.
Bunun olumsuz etkilerinin olması kaçınılmaz: borç kriziyle boğuşan ülkeler için bu durumdan çıkış daha yavaş olacak. Bir kere borçluların borçlarını sildiğinizde, harcamalar bundan etkilenmekte. Bankalar ise daha önce vermiş oldukları kredileri değil silme yenisini vermekte bile isteksizler. Ve dünya sadece biriyle değil, tam üç borç kriziyle sallanabilirdi: Amerika'daki mortgage krizi; Avrupa'daki borç krizi ve sonradan gündeme gelen gelişmekte olan piyasalardaki borçlanma sıkıntısı.
Ancak, gelişmekte olan piyasalardaki bu ekonomik görünümün ilk ve en acılı kısmının son aşamasına gelinmiş görünüyor. Bu ülkelerin cari işlem açıkları daralırken çoğu yabancı borçlanmaya daha az bağımlı artık. Para birimleri daha rekabetçi ve faiz oranları yüksek. Bu nedenle talebi artıracak ve para politikasını rahatlatacak bir alanları olduğu gibi yatırım harcamaları da artmakta.
Asya'dan Avrupa'ya oradan Amerika'ya kadar ülkelerin olduğu bu liste olumlu sinyaller vermekte. Bununla beraber, bazı ülkeler diğerlerinden daha iyi durumda. Hindistan ve Endonezya, parasal sıkılaştırmanın sonuçlarından daha az etkilenirken; GSYH büyümeleri oldukça güçlü ve istikrarlı bir şekilde ilerlerken yelpazenin diğer ucundaki Türkiye ve (nispeten daha az ölçüde) Güney Afrika’da yakın vadede böylesi bir toparlanmanın işaretleri gözükmüyor.
Ortadaki iki ülkede Rusya ve Brezilya'da ise durgunluktan yavaş çıkışın işaretleri var. Her iki ülkedeki enflasyon gerilerken tüketim harcamaları güçlenmekte. Rusya'da enflasyon iki yıl önceki %16,9'luk zirvesinden Şubat ayında %4,6'ya gerilerken, Ocak 2015'te %17 seviyesinde olan faizleri Merkez Bankası %10 seviyesine kadar düşürerek (daha fazla indirim olasılığı söz konusu) GSYH büyümesini olumlu etkilemiş durumda. Markit’e göre Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), son yedi ay boyunca imalat sanayinde büyümenin devam ettiğini gösteriyor.
Brezilya ekonomisi ise 2016 yılının son aylarında tekrar daralmış olsa da enflasyon %4,5 hedefine yönelmiş vaziyette ve Merkez Bankası Ekim'den bu yana faizleri iki puanlık bir indirim yaparak %12,25 seviyesine kadar. (daha fazla indirim olasalığı burada da söz konusu) düşürmüş vaziyette. Latin Amerika'daki diğer emtia üreticileri de para politikalarını gevşetmekte.
Bunlar boğa senaryosu. Riskleri ne? Birincisi, emtia piyasalarındaki fiyat artışlarının gelişmiş ülkelerdeki tüketici harcamalarını engellediği görüşü. Ancak gıda ve enerji maliyetleri dışarıda bırakıldığında enflasyon düşük seyretmekte. Hiçbir gelişmiş ülkede enflasyon merkez bankalarının hedefi olan %2 oranına erişebilmiş değil. Amerika bu hedefe en yakın olanı; enflasyon %1,9 seviyesinde, çekirdek enflasyon ise %1,7 seviyesinde. Avrupa'da çekirdek enflasyon %1'in altında kalırken, geçen yıl ücret artış oranları yaklaşık %1,3 civarındaydı; ancak petrol fiyatları manşet enflasyonun %2'ye doğru yükseltti.
Çok fazla beklenti riski de var. Küresel talepteki toparlanma iyi haber; ancak, büyüme oranları daima istihdamın ne kadar hızlı arttığına ve her işçiden ne kadar ekstra çıktı alındığına bağlıdır. Birçok yerde istihdamın büyümesi için alan olmakla beraber Amerika, Japonya, Almanya ve İngiltere'de işgücü piyasası oldukça sıkı. Amerika'nın tam istihdama yakın olması için, ücretlerdeki artış hızının %2,8'e ulaşması, verimlilik artışının %1 civarında kalması ve enflasyonun %2 olması gerekiyor. Morgan Stanley'ye göre inşaat, perakendecilik, konaklama ve nakliye gibi ücretlerin daha düşük olduğu sektörlerde ücretler daha hızlı artmakta.
Verimlilik artarsa, ücretler daha da yükselebilir; ancak şimdilik, kriz sonrası hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeleri etkileyen verimlilik artışındaki gerileminin bittiğine dair bir işaret yok. Amerika'da saat başı üretim, 2016 yılının son çeyreğinde %1,3 oranında artarken Avrupa bu oranı bile yakalayamamış halde. Trump tarafından vaat edilen %4'lük GSYH büyüme yakalanırsa bu Amerika ekonomisi için üretkenlikte şaşırtıcı bir değişim anlamına gelir. Amerika için en hayali senaryoda bile GSYH büyümesinin %2 üstünde olması ,ki bu Avrupa için beklenenden biraz daha iyi, bekleniyor. Devam eden yatırımlar ve yürürlükteki düzenlemelerin kaldırılması halinde, üretkenlik biraz daha iyileşebilir; ancak bu yine de vites değişikliği anlamına gelmemekte çünkü gelişmiş ülke faiz oranları, 2007 öncesinin normal kabul edilen seviyelerinin çok altında kalacak gibi görünüyor.
İşler elbette rayından çıkabilir ama yine de sonbaharda yapılacak komünist partinin kongresinden önce, Çin’de büyüyen borç yükünün ve bunun neden olabileceği sorunlara rağmen kötü bir şeyin olmasına izin verilmeyeceği yönünde bir görüş birliği var. Avrupa'daki seçimlerde popülist zaferler, Euro için kriz yaratabilir. Bunlar kazasız belasız atlatılsa bile, ECB'nin tahvil alım programını sona erdirmesi sonrasında, Euronun halen çözülmeyen yapısal sorunlarını gündeme gelebilir. Fed politikaları, doları hızlı sıkılaştırıp değerini artırabilir ve gelişmekte olan piyasalardan sermaye çıkışına neden olabilir. Veya Trump seçim kampanyası süresince savunduğu ve suçladığı ülkelere yönelik ithalat vergileri getirmesi ve yaptırımlar uygulaması tam da bloklar arasında uyum başlamışken küreselleşmeden uzaklaşmaya neden olabilir.
Bu risklerin hiçbir yeni veya sürpriz değil. Yine de umutları diri tutan toparlamanın tüm bunların üstesinden gelebilecek olması.