Wikisözlük’e bakarsanız neredeyse bütün dillerde hemen hemen aynı şekilde söylendiğini görürsünüz. İtalyanlar bir istisna, pomodoro (altın küre) diyorlar. Altınlığı da maddi değerinden değil, Kıta Avrupası’na ilk gelenlerinin sarı renkli olmasından. Önceleri zehirli diye el bile sürülmezken sonrasında şifa diye vücudun en olmadık yerlerine sürülmeye başlıyor. En nihayetinde Floransalı bir aşçı “dur, şunu bir de salatada deneyeyim” diyor ve domatesin önlenemez yükselişi başlıyor.
Amerika’daki durumu ise mahkemelik olacak kadar ileri gidiyor. Yüksek Mahkeme, 1893 yılında sebzelerle birlikte saklanıp yenildiğinden sebze olarak sınıflandırılmasına karar veriyor. Oysa öyle mi?
Bizde ise her zaman olduğu üzere kafalar karışık o dönemlerde de. İsim bile koyamadığımızdan olsa gerek Frenk Patlıcanı diye çağrılıyor sofraya. Sonrası malum, her yemeğe salça oluyor.
***
Domates üretimine geçtiğimiz yüzyılın hemen başında Adana’da başlanıyor ve ardından tüm Türkiye’ye yayılıyor. Üretim o kadar ihmal edilebilir düzeydeki, ilk salça fabrikasının kurulma tarihi 1955! Ancak o tarihten sonra ekim alanları, kalite, çeşit ve miktar artışları sağlanıyor; sonrası malum...
Bu malum gerçeğin Türkiye’nin ihracatındaki son on yılının seyrini aşağıdaki grafik anlatıyor. 2007-2014 arasında ihracat ortalama 402 milyon dolarken, 2015-2016 arasında bunun 303 milyon dolara düştüğü görülüyor. Aynı dönemde dünya domates ithalatının ise 2007-2014 arasında ortalama 8,20 milyar dolarken, 2015-2016 arasında 8,37 milyar dolara yükseldiği görülüyor.
Son on yılda dünya ithalatındaki yıllık değişim ile Türkiye’nin ihracatındaki yıllık değişime odaklanıldığında ise 2014 sonrasında korelasyonun kopmuş vaziyette.
***
Amerikalıların konuyu mahkemelere kadar götürdüğünü anlatırken “Oysa öyle mi?” diye sorup bırakmıştım. Cevabını İngiliz gazeteci Miles Kingston’a atfedilen bir sözle vereyim:
“Domatesin meyve olduğunu bilmek bilgi, onu meyve salatasına koymamak bilgeliktir.”
Güzel bir hafta sonu dileklerimle.