Bazıları siyah beyaz, bazıları sepya fotoğraflardaki yüzlere bakarken duymuştum ilk. İşaret parmağımı fotoğraflardaki yüzlerin üstüne koyup “bu kim, bu kim” diyerek sorularımla bunalttığım annem sonunda patlayıp “Dığdığının dığdığı. Girmiş işte ucundan köşesinden resme. Bir uzak akraba” deyip geçiştirmişti.
***
BIS (Bank for International Settlements) - Uluslararası Ödemeler Bankası şeklinde Türkçeye çevirilen kuruluşa akılda kalıcı bir isim ne olabilir diye düşünürken hatırladım uzak çocukluğumdan bu fotoğrafı ve sözcüğü.
Dığdığının dığdığı, “Merkez Bankalarının Merkez Bankası” BIS için en akılda kalıcı tanım sanırım. Hiç de öyle hemen geçiştirilecek bir isim gibi durmuyor değil mi? Üstelik daha da ağırlaştırdı mevzuyu.
Hal böyle olunca geçtiğimiz Pazar günü yayınlanan ve 1 Nisan 2016-31 Mart 2017 dönemini kapsayan 87. Yıllık Raporu’ndan öne çıkan başlıklara bir bakmak gerekiyor.
***
Altı ana başlık altında toplanan raporda ilk bölüm büyümeye ilişkin tespitleri içermekte.
2016 yılında büyüme uzun vadeli ortalamalara yaklaşırken, işsizlik oranları kriz öncesi seviyelere düştü ve enflasyon oranları merkez bankalarının hedeflerine daha da yaklaştı. Yakın geleceğe ilişkin beklentilerinin uzun süredir en iyi olduğu bu yılki raporda, orta vadede büyümenin sürdürülebilirliğini tehdit edebilecek dört önemli riske dikkat çekilmekte:
Enflasyonda yaşanabilecek belirgin bir artış, merkez bankalarını beklenenden daha fazla sıkılaştırmaya yapmaya zorlayarak büyümeyi baskılayabilir. Bu senaryo, geçen sene enflasyonun tekrar canlandığına dair herhangi bir kanıt olmadığı dönemde de gündeme gelmişti.
Diğer riskler olarak ise finansal döngülerin olgunlaşması, zirveye yaklaşması; yüksek borç oranları ve yükselen korumacılık akımı nedeniyle tüketim ve yatırımların azalmasına neden olacak finansal stresler.
Bir önceki yılın raporunda riskler olarak olağandışı düşük verimlilik artışı, yüksek borç oranları ve politik manevralar için yeterli alan olmamasına dikkat çekilmekteydi.
Ticarette korumacılıktan vazgeçilerek, finansal istikrarı artırmak daha yüksek enflasyona neden olabilir uyarısı yapılsa da sistemik finansal güçlüklerin ortaya çıkması veya çok daha yavaş bir büyümenin, korumacılığı daha da arttıracağı belirtiliyor.
Rapor, ulusal ve küresel düzeyde daha büyük ekonomik esneklik oluşturmak için arkadan esen rüzgarlardan yararlanan bir politika stratejisi oluşturmayı öneriyor. Bu bağlamda ekonomilerin büyüme potansiyelinin arttırmak kritik önemde. Ulusal düzeyde, yapısal reformlara yönelik politikalarla dengelenen, para politikasına yaslanmış yaklaşımlarından uzak ve finansal döngülerle daha sistematik mücadele eden bütüncül politika çerçevelerinin uygulanması gerektiğinin altı çizilmekte.
İkinci kısımda politik şoklar ve piyasaların buna yaklaşımına ilişkin vurgu ilginç.
Ekonomik görünüm iyileştikçe bu sefer de finansal piyasaların değişen siyasi ortam ile karşı karşıya kaldığı; politik gelişmeler ve bunların sonuçları konusunda hızlı düşünüp aksiyon alan piyasa katılımcılarının şaşırdığına dikkat çekiliyor. Artık para politikasından ziyade siyasi olaylara yoğunlaşan yatırımcılar "riske açık" ve "riske kapalı" pozisyonlar almak yerine sektörler ve ülkeler arasında tercih yapacakları bir ayrıma sürüklendiğine vurgu yapılıyor. Tahvil getirileri, büyük ekonomiler arasında, döviz piyasalarındaki gelişmelere bağlı olarak dalgalanırken ve bir dizi gösterge artan risklere işaret ederken alınan politik belirsizlik tedbirleri ile finansal piyasalardaki rekor düşük oynaklık arasında açıklık artmaya devam etmekte. (Finansal stres göstergeleri ile ilgili ayrıca bir yazı yazacağım)
Küresel ekonomideki toparlanmaya ilişkin yapılan tespitler ise şöyle:
Tüm büyük ekonomilerde 2017 yılının başında itibaren büyüme görülürken tüketim, toplam talebi yönlendiren önemli bir faktör olmaya devam ediyor, denilmekte. Bununla beraber yatırımlarda da toparlanma işaretleri görülmekte. Sürdürülebilir ekonomik büyüme orta vadeli riskler barındırmakta. Finansal stress göstergelerinden hareketle küresel finansal krizin merkez üssü olmayan ekonomilerdeki yüksek özel sektör borcu ve konut fiyatları buna örnek olarak verilmiş. Artan faiz oranları borç servisi yükünü artırırken hane halkının yüksek borçluluğunun bazı ülkelerde talep üzerine bir baskıya neden olabileceği belirtiliyor. Artan şirket borçluluklarının ise zayıf verimlilik artışı ile birleşince yatırımlar üzerinde baskıya neden olabileceği; buna bir de artan korumacılık söylemlerinin eklenmesi gerektiği vurgulanıyor.
Para politikasında ise normalleşmeye doğru adım adım ilerlendiğini söylenmekte.
Büyümenin güçlendiği ortamda, enflasyon gelişmeleri merkez bankası kararlarını odağına almakta. Enflasyon oranları, merkez bankalarının fiyat istikrarını sağlama hedefleriyle uyumlu hale gelirken, işgücü piyasasındaki zayıflığın önemli ölçüde azalması, enflasyonda yukarı yönlü riskleri gündeme getirmekte. Buna rağmen, işgücü piyasası kaynaklı riskler değerlendirildiğinde, bunların küresel büyümenin önündeki önemli risklerden biri olmadığına dikkat çekliliyor.
Finansal sektörün bu gelişmelere ne kadar hazır olduğu da ayrı bir başlık altında değerlendirilmiş.
Mali sektörün, gelişen ama yine de zorlayıcı bir ortam ile karşı karşıya olduğu belirtilerek aracılık marjlarının büyük ekonomilerde daraldığı; sektörlerin teknolojik yenilik ve konsolidasyon baskıları gibi yapısal sorunlarla baş etmek zorunda kalacağı vurgulanıyor. Dikkat edilmesi gereken husus olarak da piyasaları strese sokabilecek küresel piyasalardaki ABD doları cinsinden borçlanmanın büyüklüğü gösteriliyor. Bankaların kısa vadeli ABD doları finansmanına bağımlılığının, denetimde işbirliğinin ve etkin engeller koymanın önemini ortaya koyduğu belirtilerek nihai hedefin, küresel ekonominin sağlıklı büyümesine yardımcı olacak güçlü bir finansal sistem olduğu söyleniyor.
Ve son başlık elbette küreselleşme üzerine.
Ekonomilerde yaşanan küreselleşmenin geçtiğimiz 50 yılda yaşam standartlarında önemli bir artışa ve yoksulluğun azalmasına katkıda bulunduğuna dikkat çekiliyor. Ülkelerin daha sıkı ticaret ve finansal entegrasyonla birbirine bağlandığını söyleyen rapor; uluslararası ticaret ve finans, rekabetin artmasına ve teknolojinin yaygınlaşmasına, dolayısıyla verimlilik artışlarının sağlanmasına ve toplam verimliliğin artmasına neden olduğuna dikkat çekiyor.
Her yeni ekonomik değişim gibi, küreselleşme de beraberinde bir takım zorluklar getirirken, finansal açıdan dış dünyaya açıklığın bir yandan istikrarı bozucu dış etkilere maruz kalmaya neden olduğu, diğer taraftan da gelir dağılımında dengesizliklere yol açtığı vurgulanıyor. Doğru tasarlanmış iç politikaların, küreselleşmenin kazanımlarını artırabileceği ve küreselleşmenin neden olabileceği maliyetleri azaltabileceği belirtiliyor. Bu nedenle de uluslararası işbirliğinin, bu tür politikaların küresel bağları ele almak için tamamlayıcı önemde olduğu ifade ediliyor.
Güzel bir hafta sonu dileklerimle.