Ekonomi ve politika ile ilgileniyorsanız, bunların birbiriyle etkileşim halinde olduğunu da biliyorsunuzdur. Ama bu etkileşimin derecesi ülkeden ülkeye farklılık göstermekte. Bazı ülkelerde ekonomi ile politika arasındaki bağımlılık derecesinin yüksek olması, ekonomi politikalarının belirlenmesinde siyasi etkilerin yoğun olarak görülmesini de beraberinde getirmekte.
Ekonomi ile politika birbirine en çok Phillips Eğrisinde yaklaşmıştır. Eğrisi “doğrusuna” denk gelmiş de diyebiliriz.
Politik ekonomi literatürünün gelişmesine çok büyük katkısı olan Philips Eğrisi, İngiltere’de parasal ücretlerdeki değişim ile işsizlik oranı arasındaki ilişkinin araştırıldığı 1861-1913 ve 1913-1957 dönemi için doğrusal olmayan ters yönlü bir ilişkinin varlığı ortaya koyar. A.W. Phillips’in yapmış olduğu bu çalışma herhangi bir teoriye dayanmayıp, sadece bu dönemler itibariyle İngiltere verilerine dayanan ampirik bir çalışmadır. Benzer bir çalışma, iki yıl sonra Paul Samuelson ve Robert Solow tarafından ABD için 1900-1960 dönemi itibariyle yapılır. Çıkan sonuçlar İngiltere’dekiyle benzerlik göstermektedir; onlar da ABD’de işsizlik ve enflasyon arasında negatif, istikrarlı bir ilişki bulur.
Bundan sonra makroekonomik düşüncenin ve politikaların odağına yerleşen Phillips Eğrisi, 1970’lere geldiğimizde enflasyonu düşürme konusunda tedirginlik yaşayan politikacılar üzerinde çok etkilidir.
Bugüne kadar ekonomi üzerine yazdığım yazılarda, yapmış olduğum değerlendirmelerde mümkün olduğunca siyaseti dışarıda bırakmaya çalıştım. Dedim ki, madem bütün bir yıl ekonomik veriler ve gelişmeler üzerine siyasete bulaşmayan ziyadesiyle rapor, yazı göndereceksin, neden 2018 yılının ilk yazısını iç ve dış siyasete ayırmıyorsun?*
İşte, aşağıda okuyacaklarınız da iç ve dış siyasete ilişkin tahmin ve öngörülerime ilişkin. Ama sizlerden bir ricam olacak. Okurken aklınız bir köşesinde şu muhakkak bulunsun:
Ekonomistler, zamanlarının yarısını tahmin yapmakla, kalan yarısını da o tahminlerin neden tutmadığını açıklamakla geçirir.
Güzel bir yıl olması dileklerimle.
***
Dış Siyaset
2018 yılı için Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde belirleyici olacak konu muhtemelen ABD ile yaşanan ve vize krizinin bitimiyle rahatladığı ifade edilen durum olacak. Zira FETÖ operasyonları çerçevesinde gözaltına alınan Metin Topuz adlı konsolosluk çalışanının bundan sonra nasıl bir muameleye tabi tutulacağı belirsiz. New York’ta devam eden ve 3 Ocak tarihinde jürinin kararını açıklamasıyla her ihtimalde yeni bir boyut kazanacak davada, Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın ceza alması da almaması da ilişkinin kaderini belirleyecek. Eğer davada Atilla suçsuz bulunursa Metin Topuz’un da serbest kalması şaşırtıcı olmaz. Aksi takdirde de Topuz’un Hakan Atilla’ya karşı bir anlamda rehin tutulacağı beklenebilir.
Bu arada ABD ile ilişkilerde bir diğer kritik eşik Kuzey Irak’taki gelişmeler olacaktır. Rusya ve İran’ın Kürt coğrafyasında gözle görülür şekilde liderliği ele geçirmesi karşılığında Trump yönetiminin bölge için ekonomi kartını oynaması beklenebilir. Bu amaçla Kürt petrolünün dağıtımı konusunda yeni bir kriz yaratmayı göze alabilecek ABD, köprüleri atacak hamleler yapabilir.
Rusya demişken… Muhtemelen 2018 yılının en rahat ülkesi olacak. Çünkü hem Kürt kartını artık en kolay oynayabilecek ülke olarak ortadalar hem de bu konuda liderliği ele geçirirken en büyük yardımcıları İran’ın molla rejimine yönelik özgürlükçü hareketle mücadele etmek zorunda kalmasıyla, enerjisini tek başına rahatça kullanabilecek.
Türkiye’nin yakın dönemde Suud rejimiyle de yeni ve güçlü gerilimler yaşaması kaçınılmaz görünüyor. Kısa süre önce BAE Dışişleri Bakanının ağır sözlerinin ardından bu ülkeyle ilişkiler bitme noktasına gelirken, Körfezin diğer önemli ülkesi Suudi Arabistan’ın yeni prensinin İran’daki halk hareketlerinin finansörü ve kışkırtıcısı olduğu düşünülecek olursa bir gerilim mutlak yaşanacaktır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan bu noktada İslam birliğini, Suud rejimi için ‘Müslümanlara zarar veriyorlar’ sözüyle bir araya getirme girişimi görebiliriz.
Yakın komşular içinde en riskli gelişmelerin yaşandığı Suriye ise bu yıl yumuşama girişimlerinin adresi olabilir. Rusya ve İran desteği ile çok uzaklardan Çin’in de omuz vermesiyle yönetimini sağlamlaştıran Beşşar Esad, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mecburen dost olmaya çalışacağı figür haline gelebilir.
AB ile ilişkilerde yumuşama sinyalleri geliyor olsa da bu yıl çok eski ve unutulmaya yüz tutan bir gerginlik hortlayabilir diye düşünüyorum: Kıbrıs. Türkiye’nin özellikle insan hakları ihlalleri konusundaki karnesi giderek bozulurken, AB yönetimi Türkiye’yi siyaset ve özelde Kıbrıs konusunda zorlayacaktır. Hele iç kamuoyunda çözümsüzlüğün bile haber olmaktan çıkması nedeniyle milliyetçi damarın kaşınabileceği en önemli başlığın bu olacağını bekleyebiliriz.
İç Siyaset
Bütün bu muhtemel gelişmeler içinde kuşkusuz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı en çok ilgilendiren şey yine iç siyaset olacak. 2019 yılında yapılması planlanan ve referandumda birlikte düzenlenecekleri hüküm altına alınan Başkanlık ve milletvekilliği seçimlerinden en az birinin bu yıl yapılması kaçınılmaz görünüyor ve bu noktada da tercih Başkanlık yarışının neticesini önce almak yönünde olacaktır diye düşünüyorum. Seçmeni ‘ekonominin düzelmesi için önce istikrar gerekir, bu nedenle de gelin birliğin temsilcisi olarak etrafımda kenetlenin’ diyerek ikna yoluna gitmek isteyecektir.
Bu bağlamda HDP’nin eş genel başkanları ve tutuklu milletvekillerinin de bu hallerinin süreceğini öngörebiliriz. Zira aksi bir gelişim Cumhurbaşkanı’nın söylemini yıkacak şekilde itaatsizlik doğurur.
İyi Parti ile şu ana kadar iyi geçinen iktidar için bu noktada da sertleşmek dışında seçenek görünmediğini düşünüyorum. Çünkü Meral Akşener’in lider karizmasını sağlamlamak adına giderek sertleşen söylemi Cumhurbaşkanı’na da başka seçenek bırakmayacaktır.
Ana muhalefet partisi CHP’ye gelince… Muhtemelen 2018, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da çok sert söylemlerle konuşacağı bir yıl olacak. Cumhurbaşkanı’nı seçim platformuna çekebilmek için üst üste belgeler açıklayan Kılıçdaroğlu, bunlardan yeterli verimi alamadığı için bu kez geçmiş iddiaları ve ABD’de süren davayı gündeme getirebilir ve bu noktada eski tonu en az birkaç kademe daha yükseltebilir.
MHP’nin ise bu yıl ağır bir kriz yaşayacağını düşünmekteyim. Çünkü Cumhurbaşkanı için, oy getirisinin istenen oranda olmayacağı belli bir partiyi ve liderini taşımak gereksiz yük haline gelecektir. Bu da seçim sandığı ortaya gelmeden önce Ak Parti ve MHP arasındaki ittifakın bitirilmesi demek oluyor. Aksi durumda MHP, seçim barajının düşürülmesi bağlamında iktidar partisi için handikap teşkil edecektir.
(*) Bu yazının oluşturulmasında en büyük pay sahibi Ünsal Ünlü'dür. Kendisine sonsuz teşekkürlerimle.