Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 15 Nisan 2020 tarihinde sosyal medya hesabı Twitter’dan bir video ile açıklamalarda bulunarak, Uluslararası Para Fonu’nu (IMF) işaret ederek, küresel ticaret için farklı mekanizmaların devreye alınmasını desteklediklerini, bunun dışında hiçbir kurum ya da ülkeden Türkiye’nin bir talebi olmadığı açıklamasında bulundu.

Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın ise Hazine ve Maliye Bakanından 3 gün önce 12 Nisan’da yaptığı açıklamada IMF’nin gündemlerinde olmadığını belirtmişti:
“Geçen G20 Zirvesi'nde IMF Başkanının, bütün G20 liderleriyle birtakım değerlendirmeleri oldu. Dünya ekonomisinde bir daralmanın olacağını ve bu konuda adım atmaya hazır olduğunu yeni krediler açmaya hazır olduğunu orada ifade etti. Küresel ekonominin toparlanmasına katkı anlamında IMF, Dünya Bankası, G20 ülkeleri uluslararası kurum ve kuruluşlar hem de ülkeler tabii üzerlerine düşen görevlerini yerine getirecekler. Ama Türkiye'nin IMF ile bir anlaşma yapmak gibi bir şey gündeminde yok.”

Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, “IMF programı başta olmak üzere, ülkeyi minnet altına sokacak hiçbir dayatmaya boyun eğmeyeceğiz” dedi.
Önceki yıllarda Cumhurbaşkanının gazete manşetlerine de çekilen “Bizim İMF ile İşimiz Olamaz” ya da “Biz Bize Yeteriz” sözleri IMF’ye bakışını net bir biçimde ortaya koymaktaydı.

IMF, Covid-19 salgını nedeniyle 4 Mart 2020 tarihinde düşük gelir seviyesindeki ve gelişmekte olan ekonomilere 50 milyar dolara kadar kredi sağlanabileceğini duyurdu. Fon, salgından etkilenen üye ülkelere kullandırılacak krediler için 1 trilyon dolar kaynak ayırdığını açıkladı. Bu kaynağın 440 milyar doları standart kota bazlı kredi programları ile sağlanacak krediler için, 196 milyar doları kota bazlı kredi programlarının yeterli olmaması durumunda yeni çok taraflı borçlanma anlaşmalarını uygulamaya almak suretiyle sağlanacak finansman için, 344 milyar doları ise her iki kaynağın da yetersiz kaldığı aşamada iki taraflı kredi anlaşmaları için ayrıldığını duyurdu.
IMF’nin herkes tarafından en çok bilinen kredi sağlama programı, gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) için Stand-by Anlaşmalarını (SBA) uygulamaya aldığı programdır. Ülkelerin kısa vadeli ödemeler dengesi problemlerini çözmelerine yardımcı olmak üzere tasarlanırken, düşük gelir grubundaki ülkeler için de benzeri Stand-by Kredi Programı (Standby Credit Facility - SCF) tasarlanmıştır.
IMF, bir kriz nedeniyle acil finansman ihtiyacı duyan makroekonomik göstergeleri sağlıklı ülkeler için herhangi bir koşul veya limite bağlı olmadan Esnek Kredi İmkanı (Flexible Credit Line - FCL) uygulamasını da devreye alabiliyor.
Yine başta bölgesel veya küresel iktisadi finansal krizden etkilenen ülkelere likidite desteği sağlamak, krizlerin çözümüne yardımcı olmak üzere, sağlıklı makroekonomik göstergelere sahip ülkelere İhtiyat ve Likidite İmkanı (Precautionary and Liquidity Line - PLL) adı altında esnek koşullara sahip bir likidite programı da bulunmakta. Program Esnek Kredi Hattına benzemekle birlikte, farkı kredi yeterlilik incelemesinde tespit edilen zayıflıkların kredi sonrası değerlendirilmesini de içeriyor. Bugüne kadar, iki ülkenin, Makedonya Cumhuriyeti ile Fas’ın bu krediyi kullandığını görmekteyiz.
Uzatılmış Fon Kolaylığı (Extended Credit Facility - ECF) ile ülkelerin orta ve uzun vadeli ödemeler dengesi sorunlarının çözümü hedeflenirken, Hızlı Finansman Aracı (Rapid Financing Instrument - RFI) ülkelerin acil ödemeler dengesi ihtiyacı durumunda hızlı finansal yardım sağlanmasını hedefliyor. Böylece, kapsamlı bir program uygulanmasına gerek kalmadan üye ülkelere hızlı ve düşük limitli finansal yardım sağlanması amaçlanıyor. Destekler emtia fiyat şoku, doğal afet, çatışma vb. durum kaynaklı kırılganlıklara ilişkin acil ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olarak veriliyor.
IMF’nin düşük gelir grubundaki ülkeler için de Hızlı Kredi Programını (Rapid Credit Facility – RCF) uyguladığını görmekteyiz.
IMF son olarak Covid-19 salgınının ekonomik etkileriyle mücadele kapsamında Kısa Vadeli Likidite İmkanını (Short-term Liquidity Line – SLL) duyurdu. Programın en önemli özelliği üye ülkelerin kotalarının yüzde 145'ine kadar likidite imkanından yararlanabilmesi ve sonrasında koşulluluğun aranmaması. Türkiye'nin IMF'deki kotasının 4,658 milyar SDR* olduğu dikkate alındığında bu 6,75 milyar SDR karşılığı (9,2 milyar dolar) kredi imkânı anlamına gelmekte.

Son yıllarda kuruluşun, kriz yönetiminde daha esnek bir anlayış sergilediği, koşullu kredi konusunda eski dayatmacı tutumundan sıyrılmış bir yaklaşım ortaya koyduğu görülüyor. Buna rağmen pratikte IMF’nin ülke masaları ile İcra Kurulunun nihai tavı belirleyici olmakta. 189 ülkenin üye olduğu kuruluşun yönetiminde yüzde 16,52 ile en yüksek oy gücüne sahip ülke olan ABD veto hakkını kullanabiliyor.
Nitekim İran, Covid-19 ile mücadelede kullanılmak üzere 5 milyar dolar kredi talep etmiş olmasına rağmen bu isteği ABD tarafından veto edildi.

IMF’ye başvurulmasının, işlerin iyi gitmediği gibi bir algı yaratacağından çekinen ülkelerin bu kanalı kullanmak konusunda çok istekli olmadıkları söylenebilir. Buna kuruluşun 2019 Yılı Faaliyet Raporu’ndan da görülebileceği üzere halen 8 farklı ülkeyle 50 milyar 516 milyon SDR* tutarında kredi program yürütülüyor.

IMF’nin, "Büyük Tecrit/Karantina" başlığı ile yayımladığı Nisan 2020 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu, virüs salgınının tetiklediği durgunluğun, 2008 ve 2009'daki büyük durgunluğu geçeceğini ve küresel ekonominin 2020'de yüzde 3 küçüleceğine işaret ediyor. Bu, 1929'daki Büyük Buhran'dan bu yana yaşanacak en sert daralmaya karşılık gelirken, etkisinin 2008 finansal krizinden daha derin olacağı anlamına geliyor.

Kuruluş, Türkiye için bu yıl yüzde 3 olan büyüme beklentisini yüzde 5 küçülme olarak revize ederken, yüzde 13,8 olarak öngördüğü işsizlik oranı için beklentisini de yüzde 17,2 olarak belirledi.

Covid-19 salgını, kuruluşun küresel ekonomi üzerindeki beklentilerini bu şekilde biçimlendirirken IMF Başkanı Kristalina Georgieva, Türkiye dahil tüm üyelerle yapıcı diyalog içerisinde olduklarını ve bunu sürdüreceklerini söyledi. IMF Başkanı, 90 ülkenin kuruma başvuruda bulunduğunu, aralarında Yemen, Afganistan, Tacikistan ve Nepal’in de bulunduğu 25 ülkenin başvurusunun kabul edildiğini açıkladı.
Hafızaları tazelemek gerekirse, Türkiye 2000 ve 2002 yıllarında IMF ile yaptığı stand-by anlaşmalarıyla 27,8 milyar dolarlık kredi üzerinde anlaşmış ve bunun 23,6 milyar dolarlık kısmını kullanmış, 2013 yılında kredinin son taksitini ödeyerek IMF’ye olan borcunu kapatmıştı.
IMF’nin kapısı hükümet tarafından tekrar çalınmamak üzere kapatılırken 2002 yılından itibaren Türkiye’nin dış borç stoku kompozisyonunun zaman içerisinde değiştiğini görmekteyiz. Kamu borcunun toplam dış borç içerisindeki payı azalırken, özel sektörün bankalara ve reel sektöre olan brüt dış borcu hızla artış eğilimi içerisine girer.
2011’den bu yana düzenli artan brüt dış borcun GSYH’ye oranı 2019 sonu itibariyle 2001 krizi düzeyine yükselerek yüzde 58 oldu.

Bu noktada ülkenin sahip olduğu döviz rezervleri kritik hale gelmekte. 2019 sonunda 106,3 milyar düzeyinde bulunan Merkez Bankasının altın dahil brüt döviz rezervleri Şubat sonunda 107,8 milyar dolara kadar çıktıktan sonra 10 Nisan itibariyle 19,9 milyar dolar azalarak 88,9 milyar dolara kadar gerilemiş bulunuyor.

Türkiye’nin net döviz rezervleri ise 26,3 milyar dolara kadar inerken, rezervlerin içerisinde görünen ama aslında Merkez Bankasının (TCMB) yükümlülüğü olan swaplar (26,9 milyar dolar) çıkarıldığı döviz rezervinin olmadığı anlaşılıyor.

Ekonomideki durgunluk ve 2018 yılında yaşanan kur şoku sonrası özel sektörün dış borçlanma imkânı azalırken talep gerilemiş, bunun bir sonucu olarak "deleverage" denilen borçluluk azaltma mekanizması devreye girmişti. Buna rağmen bir yıl içerisinde yenilenmesi gereken borç tutarı 168,5 milyar dolar. Borcun 78,9 milyar doları bankalara aitken 78,7 milyar doları diğer sektörler kaynaklı.
Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) verilerine göre Mart ayında gelişmekte olan ülkelerden 83,3 milyar dolar ile rekor düzeyde sermaye çıkışı gerçekleşti. IMF de benzer şekilde bu rakamın 100 milyar dolara (ülkelerin GSYH‘sının yüzde 0,4’ü) çıkacağını tahmin ediyor.

Bir yandan sermaye, gelişmekte olan ülkelerden kaçarken, Covid-19 salgını nedeniyle iktisadi faaliyetin tamamen durma noktasına gelmesi nedeniyle tedarik zincirlerinin koptuğunu görmekteyiz.
Çarkların tekrar döndürülebilmesi için hükümetler ve küresel merkez bankaları reel sektöre ve hanehalkına kaynak aktarırken, Türkiye’nin bu süreçte yapabildiği GSYH’sının ancak yüzde 2,3’ü kadar bir kaynağı devreye almak oldu.
TCMB’nin TL’deki değer kaybının önüne geçmek için döviz rezervlerini eritmesi, buna rağmen engel olamaması; bir diğer çare olarak düşünülen bankaların yurtdışı ile yaptığı bir bacağı döviz diğer bacağı TL olan ve vadede TL alım yönünde gerçekleştirilen para swapı, forward, opsiyon ve diğer türev işlemleri toplamının bankaların en son hesapladıkları yasal özkaynaklarının yüzde 10’unu geçemeyeceği kuralının yüzde 1’e indirerek Türk Lirasını neredeyse konvertibl para olmaktan çıkarması tüm bu tablo ile beraber değerlendirildiğinde Türkiye’nin bir finansman ihtiyacı içerisinde olacağını söylüyor. Çözümünün parasal genişleme olamayacağı ise aşikar.
Ekonomi politikalarında şeffaflık ve sağlanacak güven ile IMF’nin kapısına gitmeden bunu başarmak elbette mümkün, ancak bugüne kadar yaşananlar, politika uygulamaları bunun uzak bir ihtimal olduğunu düşündürüyor.
O nedenle her ne kadar “Bizim İMF ile işimiz olamaz” ya da “Biz Bize Yeteriz” gibi sözler söylenmiş olsa da görünen Türkiye’nin “hem ağlarım hem giderim” diyerek IMF’nin kapısını çalacağı.
Hükümet bundan mümkün olduğunca kaçınmak isteyecektir, ancak ekonomiye ilişkin olarak rakamlara baktığımızda:
2009 yılındaki Küresel Finans Krizi sırasında Türkiye’de işsizlik yüzde 14,8 ile tarihi zirvesine çıkmıştı. Bu yıl IMF’nin yüzde 17,2’lik beklentisinin de ötesinde rakamlarla karşılaşma olasılığı,
Bütçede harcamalara ilişkin seyri dikkate aldığımızda Covid-19 salgını nedeniyle önümüzdeki aylara ilişkin vergi ödemelerinde yapılan ötelemelerin görünümü daha da bozacağı, iktisadi faaliyetteki yavaşlamayla beraber 2020 yılı için bütçeye konulan 784,6 milyar TL’lik vergi geliri hedefinin de yakalanamayacağı gibi vergi gelirlerinde yaşanacak yüzde 10’luk bir kaybın Bütçe Açığı/GSYH oranını yüzde 5’e kadar yükselebileceği,
Seyahat kısıtlamaları nedeniyle turizm gelirleri gerilerken, dış talebin kesilmesiyle mal ihracatında yaşanan keskin düşüş,
Bu tabloya iç talepteki daralmanın da eklenmesi,
TCMB’nin diğer merkez bankaları ile swap anlaşmaları tesis edememesi durumunda Türkiye’yi bir döviz krizinin beklemesi, bu beklentiyi fiyatlayan CDS’lerin tarihi zirvelerde olması,
IMF’den kaçınmanın pek de mümkün olmadığını söylüyor.
* Özel Çekme Hakkı (SDR) Nedir?
SDR, IMF’nin ve diğer bazı uluslararası kuruluşların hesap birimi olarak kullanılıyor. Bir para birimi veya IMF kaynaklı bir alacak olmayıp, IMF’ye üye ülkelerin serbestçe kullanılabildikleri para birimlerine ilişkin bir talepte bulunma hakkını ifade eder. Elinde SDR bulunan ülkeler, bunu üyeler arasında isteğe bağlı takas yapabilecekleri gibi IMF, dış dengesi güçlü üyelerinden dış dengesi zayıf üyelerin elindeki SDR’ı satın almasını talep edebilir.
Başlangıçta 0.888671 gram saf altının eşdeğeri olarak tanımlanan SDR, Bretton Woods sonrası bir döviz sepeti olarak yeniden tanımlanmıştır. Bu sepet günümüzde Euro, Japon Yeni, İngiliz Sterlini ve Amerikan Dolarından oluşmakta olup Amerikan Doları cinsinden değeri IMF’nin internet sitesinde günlük olarak yayınlanmaktadır.(IMF, Exchange Rate Archives)