top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAli Orhan Yalcinkaya

çellocu


insan sesine en yakın çalgıymış çello. hüzünlü bir erkeğin sesine benzermiş sesi. haşmetli gövdesiyle esir alınan ama incitmeden çalınması gereken, bir ruhu paylaşacağın bir aletmiş. ne boğacaksınız parmaklarınızla ne de tümüyle gevşek olacak... bir bebeğin, emzirirken annesinin memesini kavradığı gibi bükülecekmiş parmaklar.

ne güzel tarif etmiş çelloyu ercüment cengiz. ilk romanı gırnatacı, 19. yüzyılın ikinci yarısında istanbul’dan başlayıp 20. yüzyılın ilk yarısında chicago’ya uzanan bir kardeşlik hikayesini anlatıyordu. çellocu ise frenkleşme yolunda emekleyen osmanlı’yı ve 1840’ların istanbul’unu arka fona alarak kıskançlık ve kuşkunun hikayesini anlatıyor.

görmüş geçirmiş, yalan dolan, entrika, kalleşlik dahil bir sürü şeyi yaşamaktan yorgun düşmüş bir hesap adamı olan mustafa ali paşa; itibar sahibi bir bankerin tek kızıyken paşa’nın evine hayatının baharında gelin giden, duyguya, aşka, sevdaya, tutkuya aç, genç, polonya asıllı güzel bir kadın olan melek ve dante cagliari etrafında gelişiyor olaylar. gırnatıca’da osman’ın arkadaşları olan yapışık ikizler gibi birbirinden hiç ayrılmayan zurnacı mahmut ile davulcu fevzi karakterleri burada da karşımıza çıkıyor. fevzi, başka bir enstrüman çalıyor bu sefer. daha derinlemesine anlatılmış olmasına rağmen akıbetinin ne olduğu meçhul bırakılmış.

keşmekeş ve karmaşanın hüküm sürdüğü bir yer olarak anlatılan; şatafatla sefaletin, çeşit çeşit millet ve dinden bir sürü insanın bir arada yaşadığı şehrin karmaşasından; her an kapışmaya hazır kabadayılarla dolu meyhanelerinden; kırbaçlanarak müzik öğretilen meşkhanelerinden; avaz avaz naralarla ya da köpek haykırışlarıyla dolu izbe sokaklarında dolaşırken ürktüm. hoş, şimdi farklı mı diyeceksiniz?

bıçakçı petri’nin meyhanesini anlatıldığı bölümlerdeyse bir masa da benim olsaydı keşke dedim:

ezan saatleriyle, güneş ve mehtabın hareketleri de olmasa “zaman” denilen şeyle pek ilgileri yoktu istanbulluların. “zaman”, onlar için parmaklarından düşürmedikleri sıralı kehribar taneleri gibi “an”lardan oluşan bir tespihti sadece. imameye varınca yeniden dönülen bir tespih... tam da yaşadıkları hayat gibi.

son söz: “bu topraklarda kolay olan hiçbir şey yok. ama buralarda her şey aşkla mümkün olabilir ancak.”

22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page