Dün, bu haftaki yazılarda, yılın genel bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağımı söylemiştim. Bugün daha o yazının mürekkebi kurumadan kararımdan dönmüş bulunmaktayım. Nedeni de Warwick Üniversitesi Politik Ekonomi Profesörü Robert Skidelsky’in Project-Syndicate’de çıkan bir yazısı.
Madem çuvaldızı batıracağım, öyleyse önce iğneyi ekonomistlere batıran bu yazıdan bahsedeyim istedim.
***
Şöyle diyor yazıda özetle:
“Dürüst olmak gerekirse bugün kimse, dünya ekonomisinde neler olup bittiğini anlayamıyor. 2008 krizinden çıkış beklenmedik şekilde yavaşlarken sağlıklı bir yolda mı olunduğu yoksa uzun soluklu bir durgunluk içinde mi bulunulduğu sorusu kafaları kurcalamakta. Küreselleşme geliyor mu yoksa gidiyor mu, sorusu da aynı şekilde...
Politika yapıcılar ne yapacaklarını bilmiyor. Sıkışınca her zaman bastıkları düğmeler artık kumanda etmiyor. Mesela parasal genişlemenin enflasyonu hedeflenen noktaya oturtması bekleniyordu, olmadı. Ya da mali sıkılaştırmanın güveni tekrar tesis etmesi bekleniyordu, olmadı.
Elde uygulanabilir makroekonomik araç da kalmadığından doğal olarak herkes “yapısal reformlar” etrafında kendini konumlandırmakta; fakat bunun da nereye sürükleyeceği meçhul. Bu arada uçuk kaçık liderler, memnuniyetsiz seçmeni heyecanlandırıyor. Buna bir de ekonomilerin, politikanın sıcak gündeminden ve kendisini yönetecek kişilerden kaçmak istemesini de eklemek gerekiyor.
2008 krizinden önce uzmanlar, bazı şeylerin kontrol altında olduğuna inanıyorlardı. Evet, konut piyasasında bir balon vardı; ama durum o kadar berbat değildi. Şimdinin Fed Başkanı Janet Yellen’in 2005 dediği gibi bunlar “yol üstünde küçük birer tümsekti” mesela.
Öyleyse neden yaklaşan fırtınayı göremediler?
Bu soruyu 2008 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth, bir grup ekonomiste sorar. Ellerini sıkıntıyla ovuşturarak "çok parlak birçok insanın, kolektif hayal gücünün hatası" olarak açıklarlar.
Ama bazı ekonomistler, farklı bir düşünceyi, hatta aleyhte bir fikri desteklemekte. O da ekonomi eğitiminin yetersizli. Çünkü çoğu ekonomi öğrencisine psikoloji, felsefe, tarih ve siyaset okumasının zorunlu tutulmamakta olduğunu söylemekteler. Ekonominin, armut piş ağzıma düş modelleriyle beslenen bu öğrencilerin realiteden uzak, varsayımlara dayalı ve matematik denklemlerinin çözümüne odaklı bir yeterlilik üzerinden test edilmekte olduğunu; büyük resmi kavrayacak zihinsel araçlardan yoksun olduklarını belirtmekteler.
Bu da bizi, “sadece ekonomistse hiç kimse iyi bir ekonomist değildir” diyen 19. yüzyılın büyük ekonomisti ve filozofu John Stuart Mill'e kadar götürür. O günden bugüne, insanlığın durumunu bir bütün olarak anlamaya çalışmaktan uzak bir tutum sergilemekte ekonomi bilimi.
Böyle bile olsa, yaşayıp kazanma işi hala hayatımızın ve düşüncelerimizin büyük kısmını oluşturmakta. Ekonomi -piyasalar nasıl işler, neden bazen göçer, bir projenin maliyeti doğru bir şekilde nasıl tahmin edilir- çoğu insanın ilgisini çekmeye devam etmekte. Aslında, ekonomi, özellikle gerçek dışı (hayali) modelleri kendinden uzaklaştırmakta.
Asıl sorun, işlerin nasıl yürüdüğü veya çalışması gerektiği konusunda ortak bir anlayışa sahip olmaması. Ekonomistler, belirsiz olanı kesin olarak iddia ederlerken, ekonominin diğer tüm disiplinlerden üstün olduğuna çoktan ikna olmuşlardır, çünkü paranın nesnelliği, tarihsel güçleri yaklaşık değil tam olarak ölçebilmesine olanak tanır.
Şaşırtıcı olmayan bir diğer durum ise ekonomistlerin ekonomiyi bir makine gibi düşünmeleri. Hatırlayacaksınız “Sular Akar Deliler Bakar” yazımda böyle bir makineden bahsetmiştim.
Ekonominin makineler gibi olduğuna inanıyorsanız, ekonomik sorunları temelde matematiksel problemler olarak görme ihtimaliniz de yüksek haliyle. Ekonomideki Genel Denge durumu, simültane denklemler sisteminin bir çözümdür örneğin. Dengeden sapmalar "sürtünmeler" ya da "yoldaki küçük tümsekler" olarak görülür ki, bunları dışarıda bıraktığınızda, sonuçlar önceden belirlenmiş ve en uygun olanıdır. Oysa, makinenin sürtünmesine, pürüzsüz çalışmamasına neden olan ise insandır.
John Maynard Keynes, öğrencilerini "her şeyi detaylandırmaya" karşı uyarırmış örneğin. Bu yüzden en önemli eseri olan “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” kitabında bir model bulunmamakta. Matematiksel formülleri başkalarına bırakmayı seçerken, okuyucularının (diğer ekonomistler değil, halk) onun söylediklerinin "sezgisini" yakalamasını ister.
Geçtiğimiz yüzyılın en ünlü iki Avusturyalı ekonomisti olan Joseph Schumpeter ve Friedrich Hayek de ekonomiyi bir makine olarak görme fikrine karşı çıkarlar. Schumpeter, kapitalist ekonominin eski ilişkilerin kesintisiz yıkımı yoluyla geliştiğini savunur. Hayek için piyasanın büyüsü, Genel Denge sistemini öğüttüğü değil, dağınık bilgi dünyasında sayısız kişinin farklı planlarını koordine etmesinden gelir.
Büyük ekonomistlerin ve diğer birçok iyi olanın ortak noktası, kapsamlı bir eğitim ve bakış açısına sahip olmaları. Bu, onlara ekonomiyi anlamak için farklı yollardan gitmelerini de sağlamakta. Mesela Keynes matematik bölümü mezunu, Schumpeter doktorasını hukuk dalında yapmış, Hayek hukuk ve siyaset biliminin yanı sıra felsefe, psikoloji ve beynin anatomisi okumuş.
***
Günümüzün ekonomistlerinin, ekonomiden başka hiçbir şey bilmedikleri gibi kendi disiplinlerinin klasiklerini bile okumadıklarını söyleyen Robert Skidelsky, ekonomistleri günümüzün “avanak alimleri” nitelemesiyle bitirmekte yazısını.