top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAli Orhan Yalcinkaya

Yesem Tesiri Yok…


Önce insanların kafasında etkin ve güçlü bir imaj vermek için uzun isimler koyup, sonra onu daha kolay anlaşılabilir ve söylenebilir forma sokmak ilk kimin aklına gelmiş bilmiyorum; ama kısaltmaların hayat kurtarıcı olduğu muhakkak. Tembel işiymiş gibi görünmesine rağmen yazıda ve konuşmada sözcükten tasarruf sağlıyor, hele bir de insanlar benimserse o kısaltmayı, hayat daha kolay hale geliyor.

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü “ETOM’u, YEP perspektifinden nasıl değerlendiriyorsun?” şeklinde bir soruyla karşılaşınca ister istemez bir afalladım. YEP -Yeni Ekonomi Programı- tamam da ETOM ne Allah aşkına, diye düşünürken konuşmanın gidişatından Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı olduğunu anladım kafamda deli sorularla birlikte:

Ne ara kısaldın, ne ara bu forma girdin ve asıl önemlisi hangi arada hemen benimsendin?

Neyse, sözü fazla uzatmayayım, önce beklentimden, YEP’i somut eylem ve planlarla destekleyen, serbest piyasa ekonomisinin kurallarını işleten; para ve maliye politikasına dair detaylarla desteklenmiş bir program görmek istediğimden bahsederek girdim konuya.

Madem gıda fiyatları çok yüksek, tarımda üretimi artırıcı maliyetleri azaltıcı bir önlemler içeren bir program olmalı; kısa vadeden çok, iki-üç ay değil, uzun vadeye odaklanmalı diyerek devam ettim.

Reel sektörü rahatlatacak aksiyonlar içerecekse, örneğin KDV iadesi borcunun yarısının ödeneceği belirtilecekse bunun nasıl, hangi kaynaktan olacağı belirtilmeli; bunun vergi artışıyla mı karşılanacağı, harcamalarda kısıntıya gidilerek mi yoksa yeni borçlanma yapılarak mı olacağı önemli dedim. Atılan adımların daraltıcı mı yoksa genişletici mi olduğu konusunda insanların kafasında bir soru işareti oluşturmamalı diyerek de ilave ettim.

Son olarak, her gün yeni konkordato haberleri gelirken, reel sektörün borcu ne olacak diye sorulurken, “gönüllülük” esaslı fiyat indirimleriyle üreticiler üzerindeki maliyetler artırılmamalı diyerek ETOM’dan beklentilerimi sıraladım.

Bunların biraz keyfini kaçırdığını hissedince “Dertler derya olmuş ben de bir sandal, devrilip batmış boğulmuşum” diye isyan ettiren bir başka derdimiz, var diyerek dümeni kırdım.

Daha başka ne dertlerimiz olabilir acaba, diye soran gözlerle bakarken başladım anlatmaya:

İskenderi ve köfteyi ayrı ayrı çok seven biri olarak iskenderin üzerinde gelen köfteye anlam verememişimdir hiçbir zaman. İnegöl köfte o, diye iddia edenler olmadı değil; ama yok, alakası yok İnegöl köfteyle, yiyenler bilir.

Tuzlu lastik çiğniyormuş hissi veren o köftenin iskenderden güzel olduğunu; ben iskenderi o köfte için yiyorum, keşke bütün tabak silme o köfteyle dolu olsa, diyen birine daha henüz rastlamadım, çok şükür.

Alıp duvara fırlatsan, sekip dönüp yine tabağına geri gelecek bu köfteyi sonunda yemek zorunda kalıyoruz. Sanki iskenderin lezzetini anlamamız için koyuyorlar diye de düşünmüyor değilim. O köftenin bana yaşattığı, tam manasıyla “yesem tesiri yok, yemesem gönül razı değil” duygusu, deyince, “Allah, dermansız dert vermesin” diyerek teselli etti biraz önce ETOM ile ilgili söylediklerime dertlenen.

Konunun dağıldığını fark etmiş olacak ki, mevzuyu tekrar ETOM’a döndürmek için “bunları yazacak mısın?” diye sordu. Şöyle cevap verdim:

Yazsam tesiri yok, yazmasam gönül razı değil.

Güzel bir hafta dileklerimle.


365 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page